28 Ocak 2012 Cumartesi

Under_water


İçime döndüm. İçime sordum. "Ne yapıyorum ben?" dedim, hiç ses etmedi. Küsmüştü bana belli ki, gözlerini kaçırdı sürekli. Bakmadı bana. Eskiden de böyle yapardı, küsünce çevirirdi kafasını, bakmazdı.

Bekledim. Sessizce bekledim. Ne kadar istediğimi anlayana dek, gerçekten istediğime ikna olana dek bekledim. Sabredecektim. O bunu hak ediyordu. Ben bunu hak ediyordum.

...

Başını kaldırdı yavaşça. Suratıma baktı önce, sonra saçlarıma, en son gözlerime. Elimi tuttu nihayet, "Dön artık." dedi.

Heyecanlandım, panik oldum ilk an. Sonra bir baktım her şey tanıdık, her şey bıraktığım gibi. Her şey ne kadar ben gibi... Burası ne kadar da güvenli...

Unutmuşum. İçimin vazgeçilmezliğini unutmuşum. Kendi sessizliğimden kaçarken gürültülü kalabalıklara doğru, bilememişim kimsenin yerimi dolduramayacağını. Ben kendimden kaçarken kimse yanaşmayacağı gibi yanıma, olanlar da uzaklaşacaktı zamanla. Kendini bilmeyeni kim bilmek isterdi ki? Kendini sevmeye cesareti olmayanı sevmekten kim korkmazdı ki?

Döndüm artık içime. Kimseyi beklemiyorum gelsin diye. Burayı bilen bilir. Nerede olduğumu bilen bilir ve varsa niyeti gelir beni bulur, yanıma oturur.

Photo by Elena Kalis

18 Ocak 2012 Çarşamba

19 Ocak'ta Ne Olmuştu, Anne?


Dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta hep aynıymış gibi hissediyorum. Kuyruğuyla oyalanan yavru köpek gibi bakıyoruz etrafımızda olup bitene. Gözünüzün önüne kolayca gelebileceği gibi, komik gözüküyoruz ve yanıltıcı bir şekilde sevimli... Ne yazık ki...

Şahit olduğumuz trajediyi basite indirgeyerek bakmaya çalışıyorum. İpuçları arıyorum. Açıkça görebildiğim hangi yaştan, hangi soydan, hangi kültür seviyesinden olursak olalım ne yazık ki çoğumuzun, fikirleri doğrultusunda takındığı duruşunu tasvip etmediğimiz birilerinin ölmeyi hak ettiğini ve gerekirse onları bizzat kendimizin öldürebileceğini düşünüyor olduğudur. Kaderi icabı sınırda yaşayan Doğu'lu gençlerin ölümünü kolayca kanıksayabiliyoruz ya da ideolojik görüşünü tehlikeli bulduğumuz devlet adamının sağlık problemini "ölse de kurtulsak" iç sesiyle karşılayabiliyoruz. Asıl tehlikenin içimizde yeşerdiği gerçeğiyle bir türlü yüzleşemiyoruz.

Tarihte defalarca şahit olmak durumunda bırakıldığımız idam cezalarıyla, devlet otoritesinin vatandaşının yaşam hakkını elinden alışı insanlıkta bir ampul yaktı: "Buldum! Ben de yapabilirim!" Ve bizler ne yazık ki bu ampulü bir daha söndüremedik.

Biz insan-dostları bir canlının hayatına, elimizde güç olduğunu hissettiğimiz an son verebileceğimize inandığımız müddetçe, sokakta rahatça yürüme hakkına sahip değilmişiz. Durmaksızın işleyen ve fikirler üreten o güzel organımız çalıştığı müddetçe, bunu birileriyle paylaşma içgüdüsü yüreğimizde atmaya devam ettiği sürece muhasır medeniyet ortamında var olma şansımız kalmayabilirmiş. Bağırırken dudaklarımızdan, yazarken kalemimizden birilerinin duymak veya okumak istedikleri çıkmıyorsa eğer, gelip sırtımızdan bıçaklasalar bizi, kimse sahip çıkamazmış varlığımıza. Bizim azınlık olma hakkımız hiç olmamış meğer, dinsiz olma hakkımız da, Allahsız olma hakkımız da... Birileri lütfederse nefes alabiliyormuşuz meğer.

---

Doğmamış çocuğumla iletişime geçme joker hakkımı kullanacak olsam, mektup yazmazdım da Çağan Irmak repliği tadında bir diyalog geçerdi aramızda:

-Anne 23 Nisan var, bir de 29 Ekim. Sonra 19 Mayıs, 10 Kasım... Bunları biliyorum da bir de 19 Ocak'tan bahsediyorlar. O gün ne olmuştu, Anne?

-Bunu sana nasıl açıklayabilirim bilmiyorum ama, o gün bir jenerasyonun daha insanlığa olan inancını yitirdiği gündü oğlum. Bizim için kıyamet o gün koptu belki de, ama biz anlamadık.

Fon müziği: PJ Harvey - Broken Harp

9 Ocak 2012 Pazartesi

Tehlike Sizsiniz Türkiye


Sevdiğini koruma iç güdüsüyle soy tüketiverirsin.
Namusunu kurtaracağım derken tecavüzcüye kızını veriverirsin.
"El ne der"e kaygılanırken karnındaki çocuğa kıyıverirsin.
"Vatan sağolsun" tesellisiyle katliamı izleyiverirsin.

İnsan-dostum;

Farkında değilsin, sen tehlikelisin.