18 Aralık 2012 Salı

Amour



Aşk; her dakika seni görmek istemek,
sesini duymadan rahat edememek,
her fırsatta dokunmak istemek değil de;
senin tüm komplekslerini
benim üzerimde yaşamana izin vermek demek...

Aşk; kendi kendimize yarattığımız gezegene iyisiyle kötüsüyle,
eksiğiyle gediğiyle sahip çıkmak;
kimseyi dahil etmemek demek...

Aşk; nezaketten arınmış iç güdüsel duygularımızın
yüzeye vurduğu ruh hallerimizle birbirimizi yıpratırken,
el ele ayakta kalmak için mücadele etmek demek...

Aşk; kendini hiçe saymakla,
karşındakini ezmek arasında gidip gelmek demek...



9 Aralık 2012 Pazar

Ayna Ayna söyle bana...


Hayat içerisinde "ruh hastası" ve "ibne" söylemlerini hakaret amaçlı kullanmayanlara cümle kurmaktır hayalim.

                                              * * *

Yaşamlarımızı manasızlaştırdığını bir türlü fark edemediğimiz gereksiz detayları, hayatımızın merkezine oturtmuşuz. Kafa yorup çözmemiz gereken mevzuları konuşma dilimizde bayağılaştırıp, gerçek anlamlarından sıyırıp koşmaya devam ediyoruz, durmaksızın.

                                      Alkolik=Serseri
                                      Eşcinsel=Hasta
                                      Depresif=Zayıf

Kabul etmeliyiz ki; sorunlu olarak etiketlediğimiz insanlarla empati kurmak işimize gelmiyor. Kendimizle ilgili ipuçları yakalama endişesi yaşıyoruz bilinçaltımızda. Anlamaktansa yargılamak ve bundan bir halt olmaz deyip bir kenara koymak daha kolay. Bunu yaptığımız anlarda ya da dönemlerde ve hatta belki de tüm hayatımız boyunca kaçtığımız tek şey içimiz... Bu farkındalığı yakalamış insanlar başka bakar, anlarsınız. Bu noktada üstünüze düşen bu bakışlardan kaçmama kararını alabilmektir.

Şu hayatta size, sizi anlama çabasıyla bakan insan gözünden daha güzeli yoktur. Sizin kendinize bakasınız yoksa kaçarsınız. Bu güzelliğin farkındaysanız elini tutar birlikte bakarsınız. O sizin umut ışığınız olur. Kafanızı kaldırıp güneşin doğuşunu beklersiniz, birlikte ısınırsınız. Üşüyeceğiniz geceler yine gelecektir bilirsiniz. Ama bu sefer nasıl ısınacağınızı öğrenmişsinizdir, çekinmezsiniz.

2 Ekim 2012 Salı

İki nokta (..) dilimizce caiz değildir.


 Cümle dediğimiz şey derdimizi anlatırken peşpeşe dizdiğimiz kelimelerden oluşur. Derdinizle ilgili netseniz, kurduğunuz cümlenin sonuna nokta (.) koyarsınız. Derdinizin zamanını kestiremiyorsanız veya onu hatırı sayılır uzun bir zamana yaydıysanız; ya da soru muydu bu şimdi yoksa tepki mi karar veremiyorsanız genellikle üç noktaya (...) başvurursunuz. Karşınızdakinden çok, kendinize vakit tanıma içgüdünüzdür tavrınızın ardındaki. Eğer korkaksanız benim gibi, bitirmeye kıyamıyorsanız cümlelerinizi ya da derdinizi net bir şekilde ortaya koymaktan çekiniyorsanız, noktanın ardına bir nokta daha eklersiniz veya tamamlayamazsınız bir türlü üç noktaya..


Fon müziği: The xx - Reunion

24 Eylül 2012 Pazartesi

A Sunday Smile



Senelerdir heyecanla beklediğim, bir önceki İstanbul ziyaretlerinde denk gelemediğim Beirut'a olan hasretim ne mutlu ki geçtiğimiz cuma sona erdi. Aslına bakılırsa hasretim tam da giderilemedi. Özlediğiniz zaman çok sevdiğiniz birini, vakit geçirdikçe daha da özlersiniz ya hani; konser süresi uzadıkça doyamadım işte ben de onlara.

Hayat malum, beklenmedik memnuniyetler ve zamansız hayal kırıklıklarıyla harman... Bu seferki beklediğime değen beklentilerdendi. Bu seferki beklediğim ama yapmaz dediğim birinden gelen bir armağan gibiydi.

Beirut "yanında ağlayabileceğim" biri gibi benim için. Babam gibi... Birlikte büyüdüğüm, sarı saçlı, uzun boylu adam gibi... Kendi kendine üzülmeye korkanlardan oldum günün sonunda ben. Kendi kendine ağlamaktan çekinenlerden... Duracağım yeri bilememekten korkar oldum. O sırtımı dayadığım varsa yanımda, rahatlıkla koy verebildim. O beni tutacaktı çünkü öyle bildim. Hep onların yanında ağladım, onlar beni hep ağlar bildi.

Ve belki de sırf bu yüzden işte, hepsinden uzaklaşmış buldum kendimi günün sonunda. Mutsuz olmaya yüz bulamayacağım yabancıların safına geçtim. Sırf kendi ayaklarım üzerinde durabileyim diye, daha güçlü olayım diye aldım başımı gittim.

Gittiklerimden en çok babamı özledim, tüm hırçınlığım bundan belki de. Ve en çok pazarlarım yalnız kaldı... Pazarları evde olur çünkü babalar. O salonda film izler, sen odanda ders çalışırsın. Akşam maç başlar, sen de sıkılsan bile koynuna girer seyredersin. Şifo Mehmet son dakika gol atar, baban havalara uçar. Döner seni öper, bıyığı batar. Canın acır, gıkın çıkmaz. Hayat içerisinde mutlu olmak böyle bir şey zannedersin. Annen seslenir içerden, "Hadi banyoya." der. "Uf Anneee!" dersin; halbuki annelere uflanmaz.


Photo by: Laura Makabresku

14 Ağustos 2012 Salı

Uç uç kelebek, hayat sana terlik pabuç fırlatacak.


Uç kelebeğim, hadi uç...
Ne diyeyim ki başka, nasılsa dinlenmeyeceksin.
Bir aşağı bir yukarı; inip çıkacaksın.
Çırpınacaksın.
Yorulup da konacaksın.
Nefes nefese olduğunu fark ederken, bir rüzgar daha esecek.
Kapılacaksın.
Uçuyorum diyeceksin.
Hiç bitmeyecek zannedeceksin.
Neyse ki korkmuyorum diyeceksin.
Gördün mü bak, vazgeçmemişim diyeceksin.
Bir kahkaha patlatacaksın, "Hadisene!" diyeceksin.
Ben bakarken, sen savrulacaksın.

Fon müziği: Midlake - Roscoe

27 Temmuz 2012 Cuma

Adam & Eve

 
Zor.
Her türlüsü zor.
Bir zamanlar samimiyetime karşılık bulmak zordu,
Şimdilerde cesaretime...


Hayalkırıklıklarım kimsenin suçu değil aslında.
Ben kurdum hayallerimi, kırılmasını da ben göze aldım.

Dün yürürken mahallemin sokaklarında,
Beni öptüğün köşede, kokunla birlikte bıraktım seni.
Rüzgar vardı azıcık akşam, alıp götürmüştür hepsini.
İçim cız etti, etmedi değil.
Daha önce de etmişti ama, ilk değil...
Belli ki son da olmayacak.

Beni senden ayıran geçmiş,
Senden ayrılmamı da kolaylaştırıyor beri yandan.
Vakit geçtikçe ne kadar da garipleşiyor hayat...

Sen miydin özel olan, ben mi özel kıldım seni, ayırdetmesi zor sevgili.

Gitmeyeydin iyiydi. Gittin, o da iyidir elbet...


Fon müziği: Jaymay - Never Be Daunted

13 Temmuz 2012 Cuma

Saw things so much clearer...


Zamanının grunge prensi olup, onca adrenalinin, onca alkolün, yüksekle muhtemel onca uyuşturucunun ardından bir noktada içine dönmüş; daha sakin bir müziğe yönelmiş, huzuru surf'de bulmuş bir yetişkinle karşılaşmak güzeldi. İçindeki fırtınayı dindirip, kendini akış içerisindeki dalgaların iniş-çıkışını sükunetle karşılayan bir insana dönüştürmek meziyet işi. Bir süredir buna kafa yorduğum için -yorduğumuz için hatta- bu kadar manalı geliyor belki de Eddie Vedder'ın hayat içerisindeki duruşu. Bu naif ama güçlü duruşu gördüğüm insanlar tutunmak adına motive ediyor beni.

Pek de kaçışı olmayan, sahnede olmanın gereği olarak girilen egosantrik ruh halleri etkisinde, iyi bir performans çıkarma kaygısıyla kendinden başka bir şey düşünemeyeceği, pekala fazlasıyla bencil olacağı bir anında bir "rock star", üç parçada bir ön saflardaki seyircilerin ezilmemesi için uyarıda bulunabiliyorsa şayet; o bir "insan"dır özünde. (Amma çok bir dedim.) İşte o noktada, her ne kadar Rearviewmirror dinleyememiş olsam da, iyi ki İstanbul'dan kalkıp gelmişimdir Berlin'e. İyi ki bana bunları düşündürtmüştür de yanıma aldığım kar çıkınımla devam ediyorumdur yoluma.


Sleeping by myself - Eddie Vedder (Ukulele songs)

29 Mayıs 2012 Salı

- Sanatını yesinler!

 
Birilerine mesaj vermek ya da örnek olmak için değil de,
Artistik bir değeri olsun diye değil de,
Hiç denenmemişe cesaret etmek için değil de...

Sadece o an içinden geldi diye sanat yapmak gibi bir seçenek de var.

12 Nisan 2012 Perşembe

iPod'la Yaşam Sanatı: Hayatımızı MP3'ler mi yönetiyor?

Yolda gitmektesindir. Camdan dışarıyı izlersin, apartmanlara bakarsın. Çevre yolundaysan şayet "Buralarda da yaşanır mı?" der geçersin sıvası dahi tamamlanmamış özensiz bloklara bakarken. Her zamanki gibi bilmişlik peşindesindir, bıkkınlığını kendine bahane yapmışsındır. Trafiğin yoğun olduğu ve senin hiç uykunun olmadığı zamanlarda sığındığın parçaları dinlemeye başlarsın. Genelde eğlendiğin anları anımsatan parçaları tercih edersin, için daralmaya yüz tutmuştur çünkü.  Vakit hızlı aksın istersin. Bir an önce varmak değildir de niyetin, şu kargaşadan ve buhrandan kurtulmaktır tek derdin. Durmakla ve kalkmakla bitmek bilmez yollar. Sen sadece sarsıldığınla kalakalırsın ve biraz da mide bulantısıyla.

Kışsa şayet ve üşüdüysen azıcık beklerken aracını, oturduktan bir süre sonra mayışmaya başlarsın. Yatağın gibi güvende hissetmek için kendini, favori albümlerinden birini seçersin. Bilindik parçalarla, sevdiğin seslerin tanıdık tınısıyla yavaş yavaş uykulu halini alırsın. Sürekli dinlediğin albümü keşfetmeni sağlayan parçayı açarsın evvel. Hani defalarca ama defalarca dinlediğin, walkman zamanlarından kalma tabirle bitip bitip tekrar başa aldığın parçayı diyorum. Earworm sendromu olanlar anlayacaktır ne demek istediğimi. 2, yok yok 3 kere dinledikten sonra "takıntı" parçanı, albümün başına gelirsin. 1. parça, 2. parça derken uyuyakalırsın.

Yarı uykuda yarı uyanık giderken, yavaş yavaş ayılmaya başlarsın. Kafan yandaki arkadaşın üstüne düşmüştür belki de. Yol boyu rahat vermemişsindir adama, farkında bile değilsindir. Bir parça çalar o esnada. Senin daha önce hiç dikkatini çekmemişlerden biri. Hep es geçtiklerinden biri. O çok sevdiğin parçayı defalarca dinlemekten şans vermediğin ya da yolun bitip de vaktinin kalmadığı parçalardan biri. Tam uyandığın esnada savunmasız yakalamıştır seni. Bu sefer anlatabilmiştir sana derdini. Ne güzelmiş oysa ki, albümün o senin tarafından keşfedilmemiş, senin tarafından sana gizlenmiş parçası. Halbuki alsan artık şu ipod'u shuffle'a, o an ne gelse onu dinlesen. Sevdiğin bir parça denk geldi mi keyiflensen... Bir sonraki o kadar sarmasa da sabredip bitmesi için beklesen... Artık biraz karşına çıkana müdahale etmeye çalışmasan da, o da gelse.

14 Mart 2012 Çarşamba

Farkında değilsiniz, Bay Başkan.

           by Kaan Sezyum


Elinizdeki gücün farkında değilsiniz. Bir insanın ömründen 375 günü çalabildiğinizin bilincinde değilsiniz. Bilek büküyor mu zannediyorsunuz kendinizi? Düpedüz insan harcıyorsunuz. Dininizce israf yapıyorsunuz. Hak yiyorsunuz. Farkında değilsiniz, zulmediyorsunuz. Anlayacağınız dilden söyleyeyim; günah işliyorsunuz. Öteki tarafta ruhunuzun başına ne haller gelir bilemiyorum fakat siz, hayat içerisinde böyle bir insan olarak en büyük kötülüğü kendinize ediyorsunuz.

Endişeleniyorum bazen. Günün sonunda "Neticede ben de bir insanım." diyemeyecek kadar egonuza yenik düşmüş olmanızdan ürküyorum.


8 Mart 2012 Perşembe

8 Mart'ta Ne Olmuştu, Baba?



Bugün, benim günüm değil ki...

Bugün, emeği uğruna savaşmış kadınların günü. Bugün, inancının peşinden giden kadınların günü. Bugünü kendine mal etmeyecek kadar objektif olmanın zamanı artık gelmeli. Ne için savaşmışım ki mesela ben? Eğitimi, mesleği, kariyeri bir şekilde karşısına çıkmış biriyim sadece.

Bugün, kanını emen sisteme baş kaldırmak adına eylem yaparken ölen 129 kahramanı anma günüdür.

Bugün alışveriş yapma günü değildir.
Bugün kadın olduğun için övündüğün gün değildir.
Bugün kadınını onurlandırmak için çiçek yollanacak gün değildir.
Bugün yas günüdür.

Bugün, zaman zaman insanlığımızdan utanmamızı gerektiren günlerinden bir diğeridir.

29 Şubat 2012 Çarşamba

L-O-V-E


İnsanın ayağı yere basmayanı makbuldür aslen. İnsanın ne istediğinden hiç emin olmayanına güvenmeli. Tüm seçimlerinden, tüm isteklerinden herşeyiyle emin ve tatmin olan insan diye bir şey yoktur. Mümkün değildir. Öyleymiş gibi yapan saklayandır. Sözler veren kaçandır. Söz verdiği için korkmaz insan. Korkularımızdır vaatlerimizin kaynağı.

İnsan değişir, insan gelişir. Duygular dönüşür. İsteyen insan ister, kimse engel olamaz. İstemeyen insan istemez, kimse zorlayamaz.

...

Ey Sevgili bilesin ki; hiçbir zaman dudaklarımdan dökülmeyecek senin için "Seni sonsuza dek seveceğim." mısraları. Hayatın beni, senin yokluğunla sınamamasını dileyeceğim her gece. Sana tüm içtenliğimle "Seni seviyorum." diyeceğim her defasında ve sen de bunun doğruluğundan emin olmanın konforunu tadacaksın. Sana daha önceden edilmiş sözler yüzünden yalan söylemeyeceğim ya da sırf yarı yolda bırakmamak için zoraki kalmayacağım yanında.

Bizim yolumuz diye bir şey yok çünkü.
Senin yolun ayrı, benim yolum ayrı.

Bizim seninle bir köprümüz var.
Rüzgarın sesi var.
Havada kokun var.
Elimde elin var.
Yalan yok.
Korku yok.
Aşk var.
Anlar var.
Güven var.
İnsanlık var, hali var.


Fon müziği: Kings Of Convenience / Know-How

26 Şubat 2012 Pazar

The Prince and the Frog


Aşkın kurbağalarla ya da prenslerle pek ilgisi yok aslında.
Aşk, daha çok ejderhalarla ilgili.
Cesaretle ilgili.
Yangınla ilgili.
Gözünün kararması, hırçınlaşman;
Nasıl oluyorsa oluyor da zarar vermenle ilgili.

İlişkiler masallarda olduğu gibi kurbağanın prense değil de;
Prensin kurbağaya dönüşmesiyle ilgili.

Daha da ileri gideceksem şayet;
Prens diye bir şey yok,
Sen de Prenses değilsin zaten.

14 Şubat 2012 Salı

Oh God, i miss you..


Acı değil de yalnızlık aslında ölümün sizi maruz bıraktığı. Hiçbir şey, ölüm kadar terk edilmiş hissettirmiyor insana kendini. Karanlık, soğuk bir boşlukta süzülen sevdiğinize hoşçakal bile dedirtmeyecek kadar zalim; son bir şans beklentinizi yerle bir edecek kadar nankör.... Ölüm işin içine girdiğinde duruyor sizin için akan tüm sular ve size sadece akıntıyı izlemesi kalıyor. Damlalar süzülüyor her bir yanınızdan siz yokmuşsunuzcasına, hiç olmamışsınızcasına.... Onca an, onca nefes, onca hapşırık boşuna, bir hiç uğruna.

Hep sorgularım ya hani; görmesem daha iyi belki de. Duymasam daha iyi, bilmesem daha da iyi... Hiç sevmesem en iyi...


Fon müziği: Smog - Distance

Photo by Nicolas Méphane

28 Ocak 2012 Cumartesi

Under_water


İçime döndüm. İçime sordum. "Ne yapıyorum ben?" dedim, hiç ses etmedi. Küsmüştü bana belli ki, gözlerini kaçırdı sürekli. Bakmadı bana. Eskiden de böyle yapardı, küsünce çevirirdi kafasını, bakmazdı.

Bekledim. Sessizce bekledim. Ne kadar istediğimi anlayana dek, gerçekten istediğime ikna olana dek bekledim. Sabredecektim. O bunu hak ediyordu. Ben bunu hak ediyordum.

...

Başını kaldırdı yavaşça. Suratıma baktı önce, sonra saçlarıma, en son gözlerime. Elimi tuttu nihayet, "Dön artık." dedi.

Heyecanlandım, panik oldum ilk an. Sonra bir baktım her şey tanıdık, her şey bıraktığım gibi. Her şey ne kadar ben gibi... Burası ne kadar da güvenli...

Unutmuşum. İçimin vazgeçilmezliğini unutmuşum. Kendi sessizliğimden kaçarken gürültülü kalabalıklara doğru, bilememişim kimsenin yerimi dolduramayacağını. Ben kendimden kaçarken kimse yanaşmayacağı gibi yanıma, olanlar da uzaklaşacaktı zamanla. Kendini bilmeyeni kim bilmek isterdi ki? Kendini sevmeye cesareti olmayanı sevmekten kim korkmazdı ki?

Döndüm artık içime. Kimseyi beklemiyorum gelsin diye. Burayı bilen bilir. Nerede olduğumu bilen bilir ve varsa niyeti gelir beni bulur, yanıma oturur.

Photo by Elena Kalis

18 Ocak 2012 Çarşamba

19 Ocak'ta Ne Olmuştu, Anne?


Dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta hep aynıymış gibi hissediyorum. Kuyruğuyla oyalanan yavru köpek gibi bakıyoruz etrafımızda olup bitene. Gözünüzün önüne kolayca gelebileceği gibi, komik gözüküyoruz ve yanıltıcı bir şekilde sevimli... Ne yazık ki...

Şahit olduğumuz trajediyi basite indirgeyerek bakmaya çalışıyorum. İpuçları arıyorum. Açıkça görebildiğim hangi yaştan, hangi soydan, hangi kültür seviyesinden olursak olalım ne yazık ki çoğumuzun, fikirleri doğrultusunda takındığı duruşunu tasvip etmediğimiz birilerinin ölmeyi hak ettiğini ve gerekirse onları bizzat kendimizin öldürebileceğini düşünüyor olduğudur. Kaderi icabı sınırda yaşayan Doğu'lu gençlerin ölümünü kolayca kanıksayabiliyoruz ya da ideolojik görüşünü tehlikeli bulduğumuz devlet adamının sağlık problemini "ölse de kurtulsak" iç sesiyle karşılayabiliyoruz. Asıl tehlikenin içimizde yeşerdiği gerçeğiyle bir türlü yüzleşemiyoruz.

Tarihte defalarca şahit olmak durumunda bırakıldığımız idam cezalarıyla, devlet otoritesinin vatandaşının yaşam hakkını elinden alışı insanlıkta bir ampul yaktı: "Buldum! Ben de yapabilirim!" Ve bizler ne yazık ki bu ampulü bir daha söndüremedik.

Biz insan-dostları bir canlının hayatına, elimizde güç olduğunu hissettiğimiz an son verebileceğimize inandığımız müddetçe, sokakta rahatça yürüme hakkına sahip değilmişiz. Durmaksızın işleyen ve fikirler üreten o güzel organımız çalıştığı müddetçe, bunu birileriyle paylaşma içgüdüsü yüreğimizde atmaya devam ettiği sürece muhasır medeniyet ortamında var olma şansımız kalmayabilirmiş. Bağırırken dudaklarımızdan, yazarken kalemimizden birilerinin duymak veya okumak istedikleri çıkmıyorsa eğer, gelip sırtımızdan bıçaklasalar bizi, kimse sahip çıkamazmış varlığımıza. Bizim azınlık olma hakkımız hiç olmamış meğer, dinsiz olma hakkımız da, Allahsız olma hakkımız da... Birileri lütfederse nefes alabiliyormuşuz meğer.

---

Doğmamış çocuğumla iletişime geçme joker hakkımı kullanacak olsam, mektup yazmazdım da Çağan Irmak repliği tadında bir diyalog geçerdi aramızda:

-Anne 23 Nisan var, bir de 29 Ekim. Sonra 19 Mayıs, 10 Kasım... Bunları biliyorum da bir de 19 Ocak'tan bahsediyorlar. O gün ne olmuştu, Anne?

-Bunu sana nasıl açıklayabilirim bilmiyorum ama, o gün bir jenerasyonun daha insanlığa olan inancını yitirdiği gündü oğlum. Bizim için kıyamet o gün koptu belki de, ama biz anlamadık.

Fon müziği: PJ Harvey - Broken Harp

9 Ocak 2012 Pazartesi

Tehlike Sizsiniz Türkiye


Sevdiğini koruma iç güdüsüyle soy tüketiverirsin.
Namusunu kurtaracağım derken tecavüzcüye kızını veriverirsin.
"El ne der"e kaygılanırken karnındaki çocuğa kıyıverirsin.
"Vatan sağolsun" tesellisiyle katliamı izleyiverirsin.

İnsan-dostum;

Farkında değilsin, sen tehlikelisin.